Pazarlama literatürüne 80’li yıllarda giriş yapan “yeşil pazarlama”; geri dönüştürülebilen ve korunabilen ürünler üretmek amacıyla yola çıkan pazarlamacıların, üretim ve hatta mümkünse tüketimin her safhasında “sürdürülebilirlik” ilkesini benimsedikleri bir pazarlama yöntemi olarak tanımlanıyor. Yeşil pazarlamayı zaman içerisinde bu denli popüler hale getiren etkenlerin başında, doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi, hızlı iklim değişiklikleri ve doğal afetler olarak gösteriliyor. Günümüzde de oldukça popüler hale gelen “yeşil” yaşam, bu anlayışın yalnızca üretim değil; tüketim kısmında da canlı kalmasını hedefliyor. Benzinli araçların yasaklanmaya başlaması ve hibrit araçların giderek çoğalması gibi önemli gelişmelerin yanı sıra, şirketlerin tasarruf amaçlı attığı birçok adım da bu durumu destekliyor. Peki, tüm işletmeler bu akıma dahil olabilir mi? Sizin işletmeniz nasıl daha yeşil hale gelebilir? Tüm bu soruların cevabını keşfetmeye hazırsanız sizi aşağıya alalım.
Yeşil pazarlamanın günümüzde oldukça popüler olduğunu belirtmiştik. Büyük sosyal sorumluluk projeleri, organik ürünler, dönüştürülebilir paketlemeler ve niceleri… Artık sürdürülebilir projeler üretmeyen markalar neredeyse eski moda görülmeye başladı bile. Peki, gelmiş geçmiş en büyük markalardan en küçük girişimlere dek, bir marka neden yeşil pazarlamayı kullanmayı tercih eder?
Bu durumun ilk ve en net sebeplerinden biri, yeşil pazarlamanın neredeyse tüm markalar üzerinde bir baskı unsuru haline gelmesi. Bu durumu, bir trend olarak algılamanın yanı sıra, yeşil pazarlamaya dahil olmayan markaların güvenirliliklerini yitirme riskine karşı aldıkları güçlü bir önlem olarak da değerlendirebiliriz.
Yeşil pazarlama sürdürülebilirliği merkezine aldığından, şirketler bazında kaynakların etkili kullanılması ya da büyük oranda geri kazanılması yönünde pozitif etkilere sahiptir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi yeşil pazarlamanın bir parçası olmak, markalar için tüketici özelinde artı puan yaratır. Bu trendin yalnızca markalar arasında değil; tüketiciler arasında da yükselişte olması, yeşil markaları tüketiciler için bir adım öne taşıyor ve marka imajını tazeliyor.
Yeşil pazarlama şirketlere aynı zamanda merkezi ve yerel yönetimlerin çevre konusundaki politikalarına uyma ve yasalar karşısında güvence altında olma noktasında da destek sağlıyor. Yani şirketler yeşilin izinden giderek birçok uygulamaya da sorunsuzca dahil olabiliyor ve hatta konuyla ilgili devlet fonları ya da teşviklerden yararlanabiliyorlar.
Tatmin (Satisfaction): Tüketicilerinizin istek ve tatminlerini kapsar.
Sürdürülebilirlik (Sustainability): Marka ürününün enerji ve kaynaklarının devamlılığının sağlanmasını esas alır.
Sosyal Kabul (Social Acceptibility): Hem ürünün hem de işletmecilerin doğaya zarar vermediği konusunda kabul görmesidir.
Güvenlik (Safety): Ürünün tüketicilerin ya da çalışanların sağlığını riske atmaması anlamına gelir.
Bu 4 S etrafında şekillenen yeşil pazarlama, köklü markalar kadar yeni girişimciler için de büyük önem taşıyor. Halihazırda mevcut bir işletmeniz yoksa ya da henüz yolun başında fikir aşamasında iseniz, yeşil girişimciliğin zengin dünyasına adım atabilir ve fikirlerinizi bu doğrultuda şekillendirebilirsiniz. Eğer mevcut bir işletmeye sahipseniz, yazışmalarınızı ve işlemlerinizi internet üzerinden halletmek, evden çalışmak ya da toplantılar için ortak çalışma alanlarını tercih etmek gibi minik adımlarla bu yeşil dünyaya katkıda bulunabilirsiniz. Unutmayın; sattığınız hizmet ya da ürün direkt olarak bu yeşil dünya ile birinci elden ilişkili olmasa da, iş hayatınızın herhangi bir bölümünde bu yeşil dünyaya katkıda bulunmanız mümkün. Tabii siz istedikçe!